hoPPaLApaSam
06ofkalfasi
Gözlerimiz süreyle alıştı ve birbirimizi bulmaya başladık. İnsanlar şaşkın ve dehşete düşmüşlerdi: kimse nasıl oldu da hayatta kalabildiğimizi bilmiyordu. Kamp kurup sıcak kalabilecegimizi söyledim ; sonra da eskiden kulemizin merkezi olan yığına doğru yol aldım.
Oraya vardığımda bulduğum şey adeta bir lütuftu: Aion’u tek parça tutmak için gönderilmiş 5 Empyrean Lord’u hala hayattaydı. Bize toplayıp dünyamızın sonsuza dek değiştiğini söylediler , ve tabii ki sebebini de. Ama en kötüsü , barış için çabalarken kaybettiğimiz milyonlar ve bizim için kendilerini feda eden Kule’nin İki Koruyucusu , Siel ve Israphel , olmuştu. Hayatlarında büyük bir aptallık etmişlerdi fakat ölümleri onursuz olmamıştı , sessizlik içerisinde onları andık.
Sonrasına geçici kampımıza gittim ve diğerlerinin dikkatini çekmek için büyük bir ateş yakılmasına yardım ettim. Günler geçtikçe olaylardan hırpalanmış , yaralanmış ve olaylara şaşırmış binler bize katıldı. Phalaris’i , çocuğumu , bulabilecek kadar şanslıydım , yerleşkemizden başka kimselerin kurtulamadığını biliyordum.
Günler , haftalar geçti. Dünyamız , bölünmüş dünyamız , artık bir istikrar kazanmıştı ve kaderimiz yine kendi ellerimizdeydi. Aion , görünüşe göre , gitmişti ve beni güçlendiren Aether’den de bir iz yoktu. Uzun zamandır ilk kez zayıf hissediyordum. Korkunun kararlarımı etkilemesini istemediğimden Asphel ile konutlum ve hepimiz için yeni bir ev kurmak için plan yaptık.
Uzun bir 750 yıl geçti ve bu süre zarfında birçok değişikliğe tanık oldum. Çok geçmeden yakacağımız bitti , gerçi gözlerimiz rahatsız edici karanlığa çoktan alışmıştı. Kasabamız inşa edilmişti , adını Pandaemonium(Kıyamet) koyduk , cok geçmeden büyük bir şehre dönüştü. İnsanlarımızın güclendiklerini , uyum sağladıklarını ve her zorluğa karsı evrim geçirdiklerini gördüm , her zaman Shedim Lordlarının yönergelerini izliyorduk.
Evrimimiz fiziksel özelliklerimizi de etkiledi : derimiz karanlıkta soldu , jilet keskinliğindeki döküntülerle kaplı sert zemin de ayaklarımızı pençelere dönüştürdü. Ellerimiz de , sanki hiç birimizin bir daha savunmasız kalmayacağını haykırırcasına , görkemli pençelere dönüştü. Bunlar bir zamanlar benim için kabullenmesi zor şeylerdi ama hayatta kalmamız için gerekliydi iseler , ki öyleydiler , onları taşımaktan başka bir seçeneğim yoktu. Bizim için onlar , Ariel’in kabul etme aptallığında bulunduğu , Israphel’in barış girişiminin bedeliydi.
Bu zaman zarfında Phalaris’in , onun çocuklarının ve torunlarının büyüyüp öldüğünü gördüm. Bir Daeva’nın yaşamı da böyledir işte…
Oraya vardığımda bulduğum şey adeta bir lütuftu: Aion’u tek parça tutmak için gönderilmiş 5 Empyrean Lord’u hala hayattaydı. Bize toplayıp dünyamızın sonsuza dek değiştiğini söylediler , ve tabii ki sebebini de. Ama en kötüsü , barış için çabalarken kaybettiğimiz milyonlar ve bizim için kendilerini feda eden Kule’nin İki Koruyucusu , Siel ve Israphel , olmuştu. Hayatlarında büyük bir aptallık etmişlerdi fakat ölümleri onursuz olmamıştı , sessizlik içerisinde onları andık.
Sonrasına geçici kampımıza gittim ve diğerlerinin dikkatini çekmek için büyük bir ateş yakılmasına yardım ettim. Günler geçtikçe olaylardan hırpalanmış , yaralanmış ve olaylara şaşırmış binler bize katıldı. Phalaris’i , çocuğumu , bulabilecek kadar şanslıydım , yerleşkemizden başka kimselerin kurtulamadığını biliyordum.
Günler , haftalar geçti. Dünyamız , bölünmüş dünyamız , artık bir istikrar kazanmıştı ve kaderimiz yine kendi ellerimizdeydi. Aion , görünüşe göre , gitmişti ve beni güçlendiren Aether’den de bir iz yoktu. Uzun zamandır ilk kez zayıf hissediyordum. Korkunun kararlarımı etkilemesini istemediğimden Asphel ile konutlum ve hepimiz için yeni bir ev kurmak için plan yaptık.
Uzun bir 750 yıl geçti ve bu süre zarfında birçok değişikliğe tanık oldum. Çok geçmeden yakacağımız bitti , gerçi gözlerimiz rahatsız edici karanlığa çoktan alışmıştı. Kasabamız inşa edilmişti , adını Pandaemonium(Kıyamet) koyduk , cok geçmeden büyük bir şehre dönüştü. İnsanlarımızın güclendiklerini , uyum sağladıklarını ve her zorluğa karsı evrim geçirdiklerini gördüm , her zaman Shedim Lordlarının yönergelerini izliyorduk.
Evrimimiz fiziksel özelliklerimizi de etkiledi : derimiz karanlıkta soldu , jilet keskinliğindeki döküntülerle kaplı sert zemin de ayaklarımızı pençelere dönüştürdü. Ellerimiz de , sanki hiç birimizin bir daha savunmasız kalmayacağını haykırırcasına , görkemli pençelere dönüştü. Bunlar bir zamanlar benim için kabullenmesi zor şeylerdi ama hayatta kalmamız için gerekliydi iseler , ki öyleydiler , onları taşımaktan başka bir seçeneğim yoktu. Bizim için onlar , Ariel’in kabul etme aptallığında bulunduğu , Israphel’in barış girişiminin bedeliydi.
Bu zaman zarfında Phalaris’in , onun çocuklarının ve torunlarının büyüyüp öldüğünü gördüm. Bir Daeva’nın yaşamı da böyledir işte…