sudansebepsiz
02ofogrencisi
Beyaz köşk ve Mahsur bey Dönemi (1957-1963)
1957 yılında meteor felaketinin ardından şehre gelen yabancılardan biri olan Kuklacı, Eminönü'nün limanlarında bir takım kukla ve küçük büyü gösterileri yapıyor, halkı etkileyerek para kazanıyordu. Daima maskeli olan yüzü ve insanları şaşırtan numaralarıyla eğlenceli ve heyecan verici, aynı zamanda da ürkütücü bir kişilikti. İstanbul'da felaketten kurtulan az sayıda sanatkardan biri olan ressam Mansur Bey hatırı sayılır bir servete sahipti. Servetini İstanbul'un yaratıklarla mücadelesi için idareli bir şekilde kullanıyordu. Mansur Bey'in aynı zamanda İstanbul içinde önemli bazı çevreler üzerinde nüfuzu vardı. Sözü dinlenen bir kişilikti. Verdiği mücadelelerde genellikle kendi geliştirdiği çözümleri uygular, başkalarının bulduğu çıkış noktaları üzerine para ve emek harcamak istemezdi.
Bu trajedinin ortasında, insanların moralini düzeltmek için küçük eğlencelere de ihtiyaç olduğunu savunduğundan, arada sırada fasıllar ve mini gösteriler organize ederdi kendi beyaz renkli köşkünde. Bu eğlencelerden birinde, şehirde büyü gösterileri yaptığını duyduğu Kuklacı'yı da çağırttırdı ve gösterisini ilgiyle izledi. O sıralarda artık sokaklarda sıklıkla rastlanılabilen büyü ve yarattığı gizem zihnini meşgul ediyordu. Gösterinin ardından Kuklacı'yı bir müddet alıkoydu, onun çok daha heyecan verici bazı numaraları olduğundan neredeyse emindi. O gün ve daha sonraki günler Kuklacı ile daha çok büyü içerikli uzun sohbetler yaptı.
Bu beklenmedik alaka ve sohbetler üzerine Kuklacı da bir arayış içine girdi ve bir süre sonra insan hücreleri ve bir kısım muhteviyatı zengin materyal ve çeşitli uygulamalar eşliğinde o sıralarda Eminönü'nde bolca bulunan farelerden güçlü ve dayanıklı bir ırk yapılabileceğini ve bu ırkın yaratıklara karşı savaşta kullanılabilecek sadık birer hizmetkar haline getirilebileceğinden bahsetti ona. Mansur Bey bu büyü için büyük bir maddi destek ve insan gücü ortaya koydu. Mansur Bey'e göre her şeyin kesin bir sona gittiği aşikardı ve yapılması gerekenin hakkında yapılacak ahlaki bir takım tartışmalar bu sonu hızlandırmaktan başka hiç bir şeye yaramayacaktı. Bu yüzden bu büyünün halk üzerinde yol açacağı tepkileri geciktirmek için bu işleri mümkün olduğunca gizli yürüttü. Bir yıl süren bir çalışma ve bir sürü başarısız deneyin sonunda kuklacı, Mansur Bey'in de fikirsel ve çizimsel yardımlarıyla ilk fare-insan karışımı yaratığı ortaya çıkardı. Mansur Bey bu yaratığın, gücüne, bağlılığına ve azmine hayran kaldı. Yaratığın en büyük özelliği ise üreyebilmesiydi.
Bu başarının sonrasında Mansur Bey, Kuklacı'nın desteği ile bir süredir dedikodusu yapılan, Beyaz Köşk organizasyonunu resmen kurdu. Fare-adam adı verilen bu esrarengiz yaratık gizli kapılar arkasında, şehrin bazı önemli kişilerine tanıtıldı. İlginç bir ikna kabiliyeti olan Kuklacı, Mansur Bey'in açık desteği ile şehir üzerinde bir çok kurumda söz sahibi olmaya başladı. 2 sene içerisinde fare adamlar da önceleri gizli olarak bir süre sonra ise açık açık halka hizmet etmeye başladılar ve saklı türlere karşı savaşta başarı göstermeye başladılar. İlk zamanlar yadırganan bu tür, zaman içerisinde halkın çoğu tarafından da sevildi.
Gene bu iki sene içerisinde Beyaz Köşk'ün eski toplantılarına katılan bir çok kişi de organizasyona dahil oldu. İçlerinden Mansur Bey'in kuzeni Azat Bey, Mustafa bey ve Gaffar Bey gibi zekası oldukça keskin olan bazıları Kuklacı'dan büyü dersleri aldılar. Ve onun yardımcıları oldular. 1960-1962 döneminde Beyaz Köşk otoritesini iyiden iyiye sağlamlaştırdı..
Tabii Beyaz Köşk'ün yükselişine olumlu yaklaşanlar olduğu gibi, bu organizasyonu tehlikeli bulan, faydasız olduğuna inananlar da vardı. Ve tabii Beyaz Köşk'ü çekemeyenler de. Aydın Bey de, şehir üzerindeki nüfuzunu git gide Beyaz Köşk'e kaptıran, zamanının güçlü kişilerinden biri idi. Onun önderliğinde birleşen bir grup zengin ve güçlü kişiler, Beyaz Köşk'e cephe aldılar ve yasal olarak Beyaz Köşk'ün kapatılması yönünde lobi yaptılar. O zamanlar şehri yöneten geçici valilerden Osman Hamdi Bey yönetiminde, şehir meclisinin toplantılarının yapıldığı Büyük Postane koridorlarında hararetli tartışmalar yankılandı. Bu meclisin üyelerinden biri olan, aynı zamanda Beyaz Köşk'ün yöneticisi Mansur Bey ve arkadaşları bütün bu lobi hareketine karşı var gücüyle savaştılar. Mansur Bey'in son konuşması, salonda büyük bir alkış tufanı kopmasına neden olmasına rağmen 1963 yılının soğuk bir kış gününde alınan Beyaz Köşk'ün yasal olarak kapatılması kararına engel olamadı. Ardından jandarma beyaz köşkü ve kurumlarını kapatmak için harekete geçti.
Ancak Kuklacı'nın bir önerisi vardı. Ona göre Beyaz Köşk'ün kapatılması, İstanbul'un tarihten silinmesi için atılmış büyük bir adımdan başka bir şey olmayacaktı. Kuklacı, Mansur Bey'e yaptığı öneride jandarmayı durdurabilecek kadar büyük bir Fare-adam kadrolaşması yarattıklarını ve bu fare-adamlarla kararın uygulanmasını engellemeyi ve kısa süreli bir sıkı-yönetim kurmayı teklif etti. Meclisin aldığı karardan dolayı büyük bir öfke ve yeis içerisinde olan Mansur Bey artık güvendiği bir dostu haline gelen bu maskeli zat'ın önerisini kabul etti. Kuklacı, Azat Bey ve Gaffar Bey'le birlikte Beyaz Köşk'ü bir isyan için örgütledi. Karşı çıkanları hapse attırdı. Kısa bir süre sonra şehrin sokaklarında fare-adamlar, Beyaz Köşk mensupları, jandarma ve bir kısım halkın dahil olduğu büyük çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda bir çok kişi öldü.
Zafer Kuklacı ve Beyaz Köşk'ün oldu. Beyaz Köşk açık olarak Eminönü'nde verdiği ilk savaşta boyun eğmediğini gösterdi. Halktan da bu olaya karşı tepki gösterenler Beyaz Köşk tarafından hapse atılmak sureti ile cezalandırıldılar. Beyaz Köşk şehir yönetimine el koymadıysa da, yönetimin artık beyaz köşk üzerinde hiç bir otoritesi kalmamıştı. Kuklacı kendi menfaatlerinin gerektirdiği şekilde bazı kurumların kapatılmasını talep etti. Bu talebi yerine getirildi. Aynı zamanda Aydın Bey ve etrafındaki Beyaz Köşk karşıtı kişilerin, Eminönü'nden sürülmesi talebi de yerine getirildi. Kısa bir süre sonra Aydın Bey ve beraberindeki bazı kişilerin ölüm haberi Eminönü'ne ulaştı.
Bütün bu kıyım ve ölüme, olayların aldığı boyutlara şaşkınlık içerisinde tanık olan Mansur Bey, kendi içine kapandı. 1963 yılından itibaren Beyaz Köşk'ü artık tamamen Kuklacı yönetiyordu. 1 sene sonra soğuk bir kış akşamında Mansur Bey'in köşkün çatı katındaki çalışma masasında yanmakta olan daimi ışığının yavaş yavaş karardığı görüldü. Ertesi gün Mansur Bey'in sandalyesi devrilmişti. Naaşı Eminönü merkez mezarlığında toprağa verildi. Kuklacı bir kaç hafta boyunca ne bir emir verdi, ne bir söz söyledi.
Beyaz Köşk ve Kuklacı Dönemi (1963-1967)
Mansur Bey'in her şeyden elini ayağını çekmesini takiben Kuklacı Beyaz Köşk'ü yönetmeye başlamıştı. Mansur Bey'in ölümünün ardından, Kuklacı'nın yönetimi resmiyet kazandı. Beyaz Köşk'ün İstanbul üzerindeki otoritesi kendiliğinden sağlamlaşıyordu. Azat Bey , Gaffar bey ve beraberlerindeki Beyaz büyücüler, halk arasında korkulan ve hürmet edilen kişilikler olmuşlardı. Kuklacı, sık sık Azat Bey'in heyecanlı kişiliği tarafından hazırlanan hızlı eylem planlarını olumsuz yanıtlıyordu. Azat Bey özellikle meclisin ve bazı kurumların yararsızlığının sırtlarına bir kambur teşkil ettiğinden yakınıyordu. Kuklacı için ise edinilen bağımsızlık yeterli gibiydi. Uzun uzun, köşkün resim atölyesinde oturuyor ve düşünüyordu. Fazla konuşmuyor, ancak emirlerini kesin bir şekilde ifade ediyordu. Büyüye hemen hemen hiç başvurmuyordu ancak büyünün gizemlerini öğrettiği diğerleri, onda saklı olan potansiyelin son derece farkında idiler. Kuklacı, fare adamların büyü ile ortaya çıkarılmasına ilişkin Mansur Bey'le hazırladığı bütün planları da hala gizli bir yerde koruyordu. Uzun zamandır büyü yoluyla fare adam üretilmemişti. Fare adamlar da zaten kendi aralarında hızla üreyebiliyorlardı dolayısıyla buna gerek olmuyordu. Fare adamlarının kuklacıya karşı tam bir sadakatle bağlı olmaları örgüt içinde olası bir isyanı engelliyordu. Her ne kadar Kuklacı'nın her yaptığını tasvip etmiyorlarsa da, Azat ve Gaffar Bey'lerin kuklacıya karşı ayaklanmak düşüncesi akıllarına bile gelmezdi. Diğerleri de zaten böyle bir şeye cesaret edemezlerdi. Kuklacı 3 sene boyunca şehri bu şekilde yönetti. 1967 yılının ılık bir yaz günü o zamanlarda oldukça az görünen güneş'in ışınları köşkün üzerine düştü.
Kuklacı atölyenin perdelerini açtırdı ve saatlerce atölyede oturdu, resimleri inceleri, düşündü. Sonrasında Azat Bey'i çağırttı ve fare adamların tecrübelilerinden 100 kişilik bir kuvvet toplamasını söyledi. Ardından Azat Bey'e kendisinin ayrılma vakti geldiğini, köşkle ilgili artık hiç bir planının kalmadığını söyledi. Toplanan kuvvetle beraber Meteor bölgesinden geçerek batıya doğru hareket etti. Dönüşü fare adamlarca çok beklendi. Belki de hala vardır bekleyen.
Beyaz Köşk ve Azat Efendi dönemi (1967-1974)
Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben şaşkınlık içerisine düşen Azat ve Gaffar Bey'ler önce ne yapacaklarını bilemediler. Ardından köşk üyeleri tarafından Gaffar'dan daha kıdemli olan Azat Bey'in (ki kendisine artık Azat Efendi denilmeye başlanmıştı) yöneticiliğin verilmesi kararı alındı. Azat Efendi döneminin en büyük farklarından biri Beyaz Köşk içinde varolan sadakat devrinin yavaş yavaş kapanmaya başlaması oldu. Fare adamlar yaratıcıları gittiklerinden beri daha az itaatkar olmuşlardı. Bir nevi özgür iradeleriyle karar verir hale geldiler. Beyaz Köşk'e karşı fare adam ayaklanmaları oldu. Güçlü beyaz büyücüler bu ayaklanmaların bir çoğunu bastırdılarsa da, bu baskı beyaz köşkten kopmaları engelleyemedi. 3-4 sene içerisinde köşke bağımlı fare adam sayısı üçte bire düştü.
Bu süre zarfında bilime meraklı bir kişi olan Gaffar Bey, Eminönü'nde kalan az sayıda akademik kişi tarafından kurulan ve İstanbul'un kurtulması için kendilerini bilimsel çalışmalara adayan Genç Bilgililer adlı bir guruba maddi imkan ve çalışacak güvenli bir ortam sağladı. Aynı zamanda Beyaz Büyücülerin en güçlülerinden olan Gaffar, Genç Bilgililerin büyü alanındaki yüksek kültürden de faydalanmalarını sağladı. Beraber bir çok projeler ortaya çıkardılar.
Bu projelerin belki de en çok bilineni "Makine"dir. Yani yaratıkları temizlemek amacıyla, çeşitli iş makinelerinin profilleri kullanılarak yapılan ve büyünün gücü ile çalışan, yok etme yetkisine sahip bir çeşit araç. Bu araçtan 2 adet numune ürettiler ve meteor bölgesinde denemeye açtılar. Prototiplerden biri başarısız olmuştu ancak diğeri 6 ay gibi çok uzun bir süre saklı türlerle mücadele ettiği halde bozulmadı. "Makine" başarılı olmuştu. Üretimi çok zor ve zahmetli olsa da buna değeceğini, Fare adamlarla artık bir yere ulaşılamayacağını anlayan Gaffar Bey Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini korumak için bu projeyi var gücü ile desteklemeye devam etti.
Ancak bazı şeyler geri dönülemeyecek noktalara gelmeye başlamıştı. Beyaz Köşk döneminde Meteor bölgesi, Sirkeci Garı çevresinden Galata Köprüsü ve Limanlara kadar olan kısım, hatta kısmen meteor bölgesi, Karaköy ve tünelden Beyoğlu'na kadar uzanan kısımlar güvenli bölgeler haline gelmişti. Ancak fare adamların önemli bir kısmının ayrılmasıyla, Beyaz Köşk, Eminönü için tam güvenlik sağlayacak bir otorite olmaktan uzaklaşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Azat Efendi tarafından Beyaz Köşk hakimiyetinin korunmaya çalışması, Büyük Postane merkezli şehir meclisinin kapatılmasına kadar varılan üzücü bir noktaya taşınmıştı ki esas kopma noktası bu oldu. Gerçekte şehir meclisi hiç kapanmadı, düzensiz ve gizli olarak buluşmalar hep devam etti. Fakat Azat Efendi artık diplomasinin dışında kalmıştı.
Sonra işler daha da kötüleşti. Meclis'in gizli faaliyetlerini öğrenen ve geri kalan az sayıda kurumun bağlılığını sağlayamayan Azat Efendi, İstanbul insanı üzerinde tam yönetim sağlamak üzere harekete geçti. Uzun süredir aradığı fare-adam büyüleri üzerine yazılmış dokümanları bir şekilde buldu. Bu büyüleri kullanmak konusunda Gaffar bey ile aralarında büyük bir fikir ayrılığı doğdu. Gaffar Bey fare adam üretimi ve İstanbul üzerinde tam hakimiyet sağlamak konularına temelden karşı idi. Zamanla bu olay, iki büyü ustasının aralarını açtı. Azat Efendi, Gaffar Bey'in karşıtlığına rağmen beyaz büyücülerinin çoğunluğu üzerinde etki sahibi idi. Bu etki belki de Mansur bey'in kuzeni olmasından kaynaklanıyordu kim bilir.
İki sene içerisinde Azat efendi bir çok fare adam üreterek köşkteki fare adam mevcudiyetini iki katına çıkardı.
Bu süre içerisinde Gaffar Bey kendi projelerine devam etti. Ancak Beyaz Köşk'teki ilk fare adam gurubundan yani Gezginler'den biri olan Topuz isimli fare adam (Fare adamlara insanlarla karışmaması açısından isim verilmezdi, sadece lakap takılırdı) aslında dışarıdaki belirsiz bir güç için çalışan bir muhbirdi. Topuz'un verdiği bilgilerle harekete geçen bir grup bilinçli saklı tür, Gaffar Bey'in dışarıda olduğu bir sırada , atölyeye baskın düzenlediler. Atölyenin savunmasını etkisiz hale getiren savaşçı grup, Genç Bilgililer'in bir kısmını katletti. Katliamın ortasında olay mahalline gelen Gaffar Bey'in, o zamana kadar bilinçsiz hiç bir şey yapmamış bu İstanbul beyefendisinin belki de ilk kez olarak ağzından ölüm sözcükleri döküldü. Ve saldırgan yaratıkların büyük bir kısmı cesetleri dahi ortada kalmamacasına katledildi. Etraf bir anda bu öfke karşısında korku içerisinde aklını kaybeden insan ve yaratıklarla doldu. Korkunç bir yanık kokusu etrafı kapladı. Saldırıdan son anda kurtulabilen Topuz'un bir bacağı koptu. Atölyenin büyük bir kısmı yıkıldı. Yeni geliştirilen Makine prototipi de bu öfkeden payını aldı. Bu olayın ardından Gaffar Bey'in çok sevdiği ekibi bile, kendisine karşı uzun bir süre mesafeli davrandılar.
Bu olayın sonucunda, Gaffar Bey, Azat efendi ile vedalaştı ve ekibinden kalanları ve projelerini toplayarak kaybedilmiş topraklara, Çemberlitaş yönünde uzaklaştı. Meteor bölgesinin ardına geçmek, delice bir hareket olmasına rağmen, Azat Efendi, Gaffar Bey'e duyduğu saygıdan dolayı onu durdurmadı. Genç Bilgililer içerisinde Eminönü'nde kalanlar da oldu. Onlar da Beyaz Köşk ile bağlantılarını kopararak dağıldılar.
(1972 - Gaffar beyin vedası)
Azat efendi, 1972 yılından, 1974 yılına kadar, Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini sürdürmeye çalıştı. Eminönü üzerinde otoritesini kaybetmemek için, kuvvet kullanımını arttırarak devam etti. Beyaz Köşk'de Azat Efendi'ye bağlı beyaz büyücüler arasında bile kopmalar meydana gelmeye başlamıştı.
Aydemir Bey ve Afet Sonrası Eminönü (1956-1971)
1956'da bir gün...
"Eminönü Merkez Postane'sindeki yazıhanede, Aydemir Bey her zaman olduğu gibi, masasında oturuyor ve ince çerçeveli gözlüğünü takmış, yazılmış bir dilekçeyi dikkatle inceliyordu. Ben de karşısındaki masada, işten bunalmış, önümdeki kağıtları karıştırıyor, çalışıyor izlenimi veriyordum. Önce bir gürültü duyduk, yüksek bir ses. Birbirimize soran gözlerle baktık. Ardından pencereye yöneldik. Aydemir Bey'le gökyüzüne bakmaya başladık. Gökyüzü göz alıcı bir beyazlığa büründü. Ardından korkunç bir sarsıntı başladı, dakikalar sürdü bu. Ben kendimi, dosya dolabının yanına, yere atmışım. Yıkılan eşyanın, kırılan camların, korku içinde bağıran insanların sesleri bu gün hala kulaklarımda. Gözlerimi açtığımda Aydemir Bey'i hala ayakta gördüm. Hiç kıpırdayamamıştı anlaşılan. Önündeki cam tuzla buz olmuştu. Hala dışarı bakıyordu. Ben de dışarı baktığımda kırmızı bir dumanın yavaş yavaş her yeri kapladığını gördüm. Bir iki dakika içinde gün ışığı bile kesildi. Büyük bir toz kütlesi içeriye doldu. Genzim yanmaya başladı. Öksürüğüm tuttu, boğulacak gibi oldum. Aydemir Bey'in sesini hayal meyal duyabiliyordum. Beni kolumdan çekerek postanenin koridoruna çıkardı. Neden sonra, bir bardak su içtiğimi hatırlıyorum. İşte bütün hikayem bundan ibaret."
Katip Serbülent Bey - Kıyamet
hikayeleri Yazı Dizisi - Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi 4.Nisan.1974
Aydemir Bey meteordan önce Eminönü Merkez Postane'sinde müdür olarak çalışıyordu. Otuzlu yaşlarına geldiği halde hala bekar hayatı sürüyordu ve artık bu durumdan biraz rahatsız olmaya başlamıştı. Ancak çalışmaya çok meraklı bir kişi olduğundan dolayı, sosyal yaşamı son derece hareketsizdi. Ve az beğenen biri olması sebebiyle taliplilerinin hepsini geri çevirmişti.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğu idi. Başarılı bir öğrenciydi ve ailesi onunla gurur duyardı. Anne ve babasını lise yıllarında kaybetti. Amcası onu Harbiye'ye gönderdi. Harbiye'den mezun olduktan sonra, çeşitli illerde subay olarak çalıştı. Üsteğmenliğe kadar yükseldiyse de subaylık mesleğinin kendisine göre olmadığını anladı ve ordudan ayrıldı. Postane'de çalışması ise gene onu çok seven amcası sayesinde mümkün oldu.
Çalışmayı çok seven bir insan olmasının yanında, edebiyata da düşkündü. Zamanının önemli edebiyat dergilerinde A. Ekrem mahlası ile çeşitli şiirleri ve denemeleri yayımlanmıştı. Ancak bunu sadece çevresindeki bir kaç iyi arkadaşı biliyordu. Bu arada şunu da belirtmek yanlış olmaz herhalde; Aydemir Bey'in, üzerinde çalıştığı işle ilgili konularda kesin, sert bir duruşu vardı. Doğru olduğuna inandığı şeylerle ilgili çarpışmaktan asla çekinmezdi, bilakis bundan zevk duyardı. Ancak kendisi ile ilgili konularda bu sert tavır tamamen yıkılır ve bir o kadar çekingen ve mütevazı biri çıkardı karşınıza.
İşte bu ilginç karakterli adam, meteor zamanı gelene kadar, posta idaresinde müdürlüğe kadar yükselmişti ve meteordan sonra, dünyanın tamamen değişmesi ile birlikte felaketten kurtulan herkes gibi bomboş, orta yerde kalakalmıştı. Kendi deyimiyle "iki zaman dilimi arasındaki o kalın çizginin, bir tarafındaki gerçek dünyadan, diğer taraftaki dünya karikatürüne" adımını atmıştı.
Meteorun ardından 3-4 yıl, mahlukların istilası sebebi ile postane'de yaşadı Aydemir Bey. Ailesinden herhangi bir haber alamamıştı.
Tabii Aydemir Bey'in yaşantısına göz atarken, dönemin İstanbul'una da bir bakış atmamız yerinde olur.
1956 yılının 2'nci yarısında, meteorun ardından sağ kalanlar şehir meclisini kurdular. Ve bu meclis, önceki düzene mümkün mertebe devam edilmesi yönünde karar aldı. Tabii ihtiyaçlar yön değiştirdikçe, görevler oldukça farklılaştı. Çünkü dünya eski dünya değildi artık. Temel ihtiyaçları gidermeye dayalı bir politika güdüldü. Haberleşme de bu ihtiyaçlardan biri olduğu için, postane çalışmaya devam etti. Üstelik Eminönü'nde yıkımda ayakta kalan en uygun bina olduğu için , şehir meclisi de Büyük Postane'de toplanıyordu.
Şehir meclisinin aldığı karar doğrultusunda, ülkenin çeşitli yerlerine haberciler gönderildi. İlk hedef diğer iller ve hatta ülkeler hakkında bilgi toplanması idi. Belki bir yerde birileri kurtulmuştu ve bir göç ile bu kaostan kurtulma ihtimali vardı.
Bu atılım için herkes seferber oldu. Keşif ekipleri üzerine büyük yatırımlar yapıldı. Harbiye'den, Jandarma'dan sağ kalan birlikler bu keşif ekiplerinin temelini oluşturuyorlardı. Büyük bölükler halinde, defalarca seferler düzenlendi İstanbul dışına, başta Ankara olmak üzere bütün illere, hatta komşu balkan ülkelerine. Ancak hiç bir hedefe ulaşılamadı. Geri dönen birlikler hep çok uzağa gidemeyenlerdi. Mahluklar her yeri istila etmişti. Yeni bir ışık bulma çabası hiç yok olmadı ancak, bu çabaların 4-5 yıl sonra birinci gündem olmaktan çıktığı kesindi. 1956-1960 arasında yoğun olarak yaşanan bu dönem, daha sonra �Arayış dönemi" olarak adlandırıldı.
"Her gün, "bir yerden haber gelir mi? İstanbul dışından sağ kalan var mıdır acaba?" diye bir ümitle düşünürdük. Bu, 3-4 sene boyunca böyle devam etti. Ufak tefek haberler geldi tabii, ama bunlar, İstanbul dışındaki durumun ne derece büyük bir kaos içerdiği dışında en ufak bir tablo çizmiyordu. Sonunda 60'ların başında, artık bu araştırmalardan dolayı daha fazla kayıp vermenin anlamsız olduğuna karar verdik. Bizim için İstanbul harici bir gerçek yoktu. Bir yerlerde, birileri yaşıyorduysa eğer, onların gerçeği de orasıydı artık."
Umut Dergisi 1977 - Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden
"İlk gidenleri hatırlıyorum, şehir meclisi daha kurulmadan. Felaketten 3-4 ay sonraydı. Galata köprüsünün tamamını doldurmuşlardı. (O zaman köprü yıkılmamıştı. Bir kaç vapur hala çalışıyordu) Kaç kişiydi bilemeyeceğim. Sadece köprünün hınca hınç dolu olduğunu hatırlıyorum. Rotamız Ankara diyorlardı. Hemen hepsi silahlanmıştı. Bir çok aile vardı sokakta. İçlerinde ailemden kalan son bir kaç akrabam da vardı. Onları bir türlü ikna edememiştim. Köprü üzerinde, o kalabalık ve uğultu içerisinde, ben hala fikirlerini değiştirmeye uğraşıyordum. Vapura ayak bastıkları anda onlara katılıp katılmamakla ilgili tereddüt ettiğimi, kendimle savaştığımı hatırlıyorum. Mantığım kalmamı, kalbim gitmemi istiyordu. Sonuçta mantığım kaldı ve kalbim onlarla gitti. Hala merak ederim akıbetlerini?"
Felaket hikayeleri 2'nci baskı 1981. Mustafa Alkan Bey.
Aydemir Bey Şehir Meclisi'nin kurucu üyelerinden biri idi. Farkında olduğu bir şey vardı ki, bu şaşkınlık ve arayış döneminde, İstanbul gün be gün kaybediliyordu. 1958 yılında Beyaz Köşk diye bir oluşumun, dayanıklı bir fare ırkını, büyü yolu ile ürettiğini öğrenmişti güvenilir bir dostundan. Ve birilerinin Şehir Meclisi'nden çok daha hızlı ve planlı hareket edebileceği düşüncesi ilk kez o zaman kafasında şekillendi. Şehir Meclisi'nin, herkesin sürekli tartıştığı oldukça hantal bir yapı olduğunun en çok o zaman farkına vardı. Beyaz Köşke karşı olmadı ama desteklemedi de. İlgi ile onun yükselişini izledi. �Mansur Bey ve Kuklacı'nın fare adamları" ve büyünün yükselişi karşısında, uzun bir süre sessizliğini muhafaza etti. Aslında bu dönemde Aydemir Bey'in olaylar içerisinde aktif rol almayışının arkasındaki neden de, meteor öncesinde bir rastlantı sonucunda tanıştığı bir İstanbul hanımefendisi, Münevver Hanım ile arasındaki ilişki idi.
1961 yılında, Eminönü tarihinde ileride çok önemli rol oynayacak olan Şifa Yurdu, İstanbul'lu Selim Bey, İzmitli Mustafa Hoca ve Tarsuslu Derviş Hasan tarafından kuruldu. O tarihten itibaren Şifa Yurdu, Eminönü'ndeki insanlara daima manevi bir güç verdi.
1962 yılında Aydemir Bey, Münevver Hanım ile evlendi. 1965 yılında ilk çocukları dünyaya geldi.
"1955 yılı bir sonbahar sabahında, pastırma yazının ılık esintisi altında Sirkeci Garı'nın peronlarında dolaşıyordum. Pardösümü almayı ihmal ettiğimden dolayı hafif bir üşüme sarmıştı içimi. Bir kaç kez istasyon binasına girip çıktım bu yüzden. Bir konuğumu bekliyordum, uzak bir yerden gelecekti. Sonunda tren geldiğinde, bakınmak için binadan perona geri çıktım. Ve orada gördüm hayatıma anlam kazandırabileceğini düşündüğüm kadını. Gri geniş yakalı bir pardösü, kahverengi döpiyes ve aynı renkte bere, beyaz eldivenler ve beyaz bir ten. Bir dosya çantası taşıyordu. Bir süre durdu, ardından yürümeye başladı. Önümden geçip gidiyordu ki ansızın duraksayarak bana yöneldi ve bir soru sordu. Dönüş için bilet gişesini sordu yanlış hatırlamıyorsam. Herhalde doğru şeyi söyledim ki gülümseyerek teşekkür etti. Ardından konuğum göründü arkasından, belki bir iki soru sorarak bir sohbet başlatabilirim diye düşündüğüm bir anda. Ben de rica ederim dedim ve ayrıldık. Nice zaman sonra..."
Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi'nden 22.Temmuz.1974 Aydemir Bey konulu yazı
1963 yılında Beyaz köşkün kapatılması için yapılan oylamada, olumsuz oy kullandı Aydemir Bey. Kapatılma kararından sonra, ünlü Beyaz Köşk ayaklanması yaşandı. Mahluklardan bağımsız olarak, insanlar arasında yaşanan ilk büyük trajedi... Bu olayın sonunda, ilk kez şehir meclisinden bağımsız bir oluşum meydana gelmişti. Beyaz Köşk, meclisi kapatmamıştı ama istekleri de bir bir yerine getiriliyordu.
Bir sene sonra gelen Mansur Bey'in intihar haberi, bütün Eminönü'nü sarstı. Olaylara rağmen Mansur Bey hala sevilen bir adamdı. Mansur Bey'in vefatının ardından, herkes Kuklacı'nın oldukça hırslı bir politika güdeceği ve meclisi kapatarak, her şeyi yönetimi altına alacağı konusunda endişeye kapıldı. Ancak Kuklacı, halkı ve Şehir Meclisi'ni şaşırtarak, Beyaz Köşk'ü Eminönü siyasetinden dışarı çekmişti. O ayrılana kadar olan üç senelik dönemde, meclis eskisi kadar olmasa da, yeniden otorite kazandı.
"Garip bir kişilikti bu Kuklacı. Tuhaf da bir maske takardı. Bir kez konuşmak nasip olmuştu. Önemsiz bir konu hakkında edilmiş bir kaç söz. Gariptir, karakterleri tahlil etme yeteneğime son derece güvenirdim, ama kuklacının nasıl biri olduğunu hiç algılayabildiğimi sanmıyorum. Başta her şeyi bir hesapla yaptığını düşündüm, sonuçta çok güçlü bir büyücü ve çok zeki bir adamdı. Hırslı olduğunu da düşünüyordum açıkçası. Ancak Mansur Bey'in vefatının ardından bu tezlerim de çürüdü."
Umut Dergisi 1977- Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden
1965 yılı sonrasında, Aydemir Bey, Eminönü politikası ile bu kez izleyici olarak değil, aktif olarak ilgilenmeye başladı. Daha önce Merkez Postanesi'nde tanıştığı çalışma arkadaşlarından Nihat Bey ile, Demirgül bölgesinin temsilcisi seçildi. Bu bölgeyi, Eminönü ve dolayısıyla İstanbul politikasında söz sahibi yapmak için, bir çok önemli kişi ile yapıcı ilişkiler kurdu. Çarşı bölgesinin en önemli temsilcisi Celal Hakkı Bey ile çok güzel bir dostluk kurdu. Babı-ali bölgesinden, mahluklar konusunda bir çok araştırmaya imza atmış, eski gazeteci Agah Bey'in de desteğini kazandı. Agah Bey, aktif siyasete çok bulaşmamış olsa da, çok bilgili ve sözü dinlenen bir adamdı. 1963 yılında mahluklar hakkında o zamana kadar yazılmış en geniş içerikli kaynak olan, "Saklı türler" isimli kitabı yayımlamıştı.
1966 yılında, Şifa Yurdu ilk iyileştirme yeteneklerini göstermeye başladı. Yaratıklarla savaşan askerlere verdikleri şifa, Eminönü için büyük bir moral kaynağı oldu. Bu tarihten sonra pamuk ipliğinin, İngiliz sicimine dönüşmesi yolunda önemli adımlar atılacaktı.
Gene 1966 yılında, Gaffar Bey'in desteklediği, Genç Bilgililer adındaki araştırmacı grup, büyük bir jeneratör yapımını başarıyla gerçekleştirdiler. Bu yapı meteor bölgesinde keşfedilen bir yer altı su kaynağının üzerine kurulmuştu. Eminönü enerji ihtiyacının önemli bir bölümü bu yapıdan elde edilmeye başlandı.
1967 yılında Kuklacı'nın şehri terk etmesi ile birlikte, Mansur Bey'in kuzeni beyaz büyücü Azat Efendi, Beyaz Köşk'ün başına geçti. Aydemir Bey, Azat Efendi'de bir liderlik kabiliyeti görmüyordu. Onun dileği, Gaffar Bey'in köşk yönetimine geçmesi idi. Ancak Gaffar Bey zaten köşk üzerinde hak iddia etmeyeceğini baştan belirtmişti.
Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben gerçekleşen fare adam ayaklanmaları, Beyaz Köşk'ün güç ve otoritesine büyük darbeler indirmeye başladığında, Şehir Meclisi'nden bazı gizemli kişiler, meclisten bağımsız gizli bir kurul meydana getirdiler. Bu kurulun amacı tam olarak bilinmese de, gelecekte şehir meclisine gizli toplantı mekanı ayarlanmasından, bazı aranan kişileri saklamaya kadar bir çok olayın içerisinde yer aldığı düşünülmektedir. Bu kuruldaki bazı kişiliklerin ismi, sonradan halk tarafından öğrenildi. Aydemir Bey'de bunlardan biri idi.
1971 yılında Arzın Çocukları haftalık gazetesi yayın hayatına başladı. Agah Bey'in eski bir arkadaşı olan, Selami Bey'in yönetimindeki gazete, yayınlandığı dönemin aksine, hiddetli demeçlerden uzak, araştırmacı bir içerikle ortaya çıktı. Gazetenin editörü, Selami Bey'in yeğeni, Handan hanım'dı.
Azat Efendi döneminde zayıflayan ve saldırganlaşan Beyaz Köşk, 1971 yılında Eminönü'nde sıkı yönetim ilan ediyor ve Büyük Postane'deki Şehir Meclisi'ni kapatıyordu. Aydemir Bey'in de üyelerinden olduğu yeni ve daha küçük meclis, bu olay öngörülerek, gizli bir bölgede açılıyordu. Bu gizli bölgenin sonradan, isyancı fare adamların kontrolü altındaki bölgeden kiralanan, karaya vurmuş bir kuru-yük gemisi olduğu açıklandı.
Beyaz Köşk'ün Sonu ve Yükseliş Cemiyeti Dönemi (1972-1980)
1972 yılında, kurulun planladığı düşünülen, mecliste üzerinde uzun süredir tartışılan, bütün İstanbul'u bir araya getirmek amacıyla kurulması planlanan büyük cemiyet, Yükseliş Cemiyet'i adı altında kuruldu. Cemiyet'in önceliği, Beyaz Köşk denilen, artık kontrolden çıkmış oluşumu ortadan kaldırmak ve Şehir Meclisi'ni tekrar Büyük Postane'deki mekanında faaliyete geçirmek idi. Meclis'te yapılan oylama sonucunda, Yükseliş Cemiyeti'nin başkanlığına Aydemir Bey seçildi. Cemiyetin yönetim kurulu üyeleri ise Nihat, Agah, Ziya ve Mehmet Bey'lerdi.
1973 yılında Yükseliş Cemiyeti, artık oldukça genişlemiş ve cemiyetle ilgili dedikodular, bütün Eminönü'ne yayılmıştı. Azat Efendi beyaz büyücülerden bir istihbarat örgütü kurmuş ve otoritesini reddeden cemiyet üyelerini yakalatma çalışmalarına başlamıştı. 1973 yılı boyunca bir çok cemiyet üyesi yakalandı ve yakalananlar öldürüldüler veya Eminönü'nden, meteor bölgesine sürüldüler. 1973 yılı sonunda yükseliş cemiyeti yeterli kuvveti toplamış hatta, Beyaz Köşk'ün miadını doldurduğunu düşünen bazı beyaz büyücüleri bünyesine katmıştı. Şifa Yurdu, olaylar süresince tarafsızlığını muhafaza etti. 1974 yılı yaz mevsiminde, Yükseliş Cemiyeti'nin büyük ayaklanması başladı. İstanbul tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı çarpışmalar 1974 ayaklanmasında yaşandı. Çok kuvvetli beyaz büyücüler ve sayıca çok fare adamlara karşı, güçlenmiş yükseliş cemiyeti ve bazı isyankar fare adamların birliği. Sonuçta kaybeden taraf beyaz büyücüler oldu. Köşkün önünde, Azat Efendi ve beyaz büyücüleri yaptıkları son direnişte can verdiler. Ancak bu zafer cemiyet ve Eminönü için de oldukça pahalıya mal oldu.
"O yıldızsız gecede, köşk sokağı gündüz gibi aydınlıktı. Sayıları oldukça azalmış olan beyaz büyücüler, olası tehditlerden haberdar olabilmek için, sokağı büyü ışığıyla doldurmuşlardı. Çok kudretlilerdi. Onlar arasında geçirdiğim yıllar süresince, bunu bu kadar idrak edememişim sanırım. Meğerse her şeyin daha kolay olacağına dair bir yanılgı, zihnimi esir etmiş, teslim olacaklarına dair inancım bu kör yanılgıdan ibaretmiş. Kuklacının talebeleri, sayıca az olmalarına rağmen, haftalardır direniyorlardı. Son direnişleri de elbette görkemli olacaktı.
Ben kimdim? Biz zamanlar onlardan biri. Azat'ın yaptıklarına takati kalmadığından, gizlice izini kaybettirmiş ve cemiyete katılmış. Herkesin öldü bildiği... Sersem� Bir önceki hafta bir köşe başında sıkıştırdılar beni. O gün ölsem, huzura kavuşacaktım, ama korktuğum başıma geldi, beni tanıdılar ve gitmeme izin verdiler. Ve yüzlerindeki o hayal kırıklığı ve hüzün beynime öyle bir kazındı ki. Evet belki onlar Azat'ın yaptırdığı kıyımın aleti olmuşlardı. Ama en azından hain değillerdi. Peki yine, kimdim ben?
1957 yılında meteor felaketinin ardından şehre gelen yabancılardan biri olan Kuklacı, Eminönü'nün limanlarında bir takım kukla ve küçük büyü gösterileri yapıyor, halkı etkileyerek para kazanıyordu. Daima maskeli olan yüzü ve insanları şaşırtan numaralarıyla eğlenceli ve heyecan verici, aynı zamanda da ürkütücü bir kişilikti. İstanbul'da felaketten kurtulan az sayıda sanatkardan biri olan ressam Mansur Bey hatırı sayılır bir servete sahipti. Servetini İstanbul'un yaratıklarla mücadelesi için idareli bir şekilde kullanıyordu. Mansur Bey'in aynı zamanda İstanbul içinde önemli bazı çevreler üzerinde nüfuzu vardı. Sözü dinlenen bir kişilikti. Verdiği mücadelelerde genellikle kendi geliştirdiği çözümleri uygular, başkalarının bulduğu çıkış noktaları üzerine para ve emek harcamak istemezdi.
Bu trajedinin ortasında, insanların moralini düzeltmek için küçük eğlencelere de ihtiyaç olduğunu savunduğundan, arada sırada fasıllar ve mini gösteriler organize ederdi kendi beyaz renkli köşkünde. Bu eğlencelerden birinde, şehirde büyü gösterileri yaptığını duyduğu Kuklacı'yı da çağırttırdı ve gösterisini ilgiyle izledi. O sıralarda artık sokaklarda sıklıkla rastlanılabilen büyü ve yarattığı gizem zihnini meşgul ediyordu. Gösterinin ardından Kuklacı'yı bir müddet alıkoydu, onun çok daha heyecan verici bazı numaraları olduğundan neredeyse emindi. O gün ve daha sonraki günler Kuklacı ile daha çok büyü içerikli uzun sohbetler yaptı.
Bu beklenmedik alaka ve sohbetler üzerine Kuklacı da bir arayış içine girdi ve bir süre sonra insan hücreleri ve bir kısım muhteviyatı zengin materyal ve çeşitli uygulamalar eşliğinde o sıralarda Eminönü'nde bolca bulunan farelerden güçlü ve dayanıklı bir ırk yapılabileceğini ve bu ırkın yaratıklara karşı savaşta kullanılabilecek sadık birer hizmetkar haline getirilebileceğinden bahsetti ona. Mansur Bey bu büyü için büyük bir maddi destek ve insan gücü ortaya koydu. Mansur Bey'e göre her şeyin kesin bir sona gittiği aşikardı ve yapılması gerekenin hakkında yapılacak ahlaki bir takım tartışmalar bu sonu hızlandırmaktan başka hiç bir şeye yaramayacaktı. Bu yüzden bu büyünün halk üzerinde yol açacağı tepkileri geciktirmek için bu işleri mümkün olduğunca gizli yürüttü. Bir yıl süren bir çalışma ve bir sürü başarısız deneyin sonunda kuklacı, Mansur Bey'in de fikirsel ve çizimsel yardımlarıyla ilk fare-insan karışımı yaratığı ortaya çıkardı. Mansur Bey bu yaratığın, gücüne, bağlılığına ve azmine hayran kaldı. Yaratığın en büyük özelliği ise üreyebilmesiydi.
Bu başarının sonrasında Mansur Bey, Kuklacı'nın desteği ile bir süredir dedikodusu yapılan, Beyaz Köşk organizasyonunu resmen kurdu. Fare-adam adı verilen bu esrarengiz yaratık gizli kapılar arkasında, şehrin bazı önemli kişilerine tanıtıldı. İlginç bir ikna kabiliyeti olan Kuklacı, Mansur Bey'in açık desteği ile şehir üzerinde bir çok kurumda söz sahibi olmaya başladı. 2 sene içerisinde fare adamlar da önceleri gizli olarak bir süre sonra ise açık açık halka hizmet etmeye başladılar ve saklı türlere karşı savaşta başarı göstermeye başladılar. İlk zamanlar yadırganan bu tür, zaman içerisinde halkın çoğu tarafından da sevildi.
Gene bu iki sene içerisinde Beyaz Köşk'ün eski toplantılarına katılan bir çok kişi de organizasyona dahil oldu. İçlerinden Mansur Bey'in kuzeni Azat Bey, Mustafa bey ve Gaffar Bey gibi zekası oldukça keskin olan bazıları Kuklacı'dan büyü dersleri aldılar. Ve onun yardımcıları oldular. 1960-1962 döneminde Beyaz Köşk otoritesini iyiden iyiye sağlamlaştırdı..
Tabii Beyaz Köşk'ün yükselişine olumlu yaklaşanlar olduğu gibi, bu organizasyonu tehlikeli bulan, faydasız olduğuna inananlar da vardı. Ve tabii Beyaz Köşk'ü çekemeyenler de. Aydın Bey de, şehir üzerindeki nüfuzunu git gide Beyaz Köşk'e kaptıran, zamanının güçlü kişilerinden biri idi. Onun önderliğinde birleşen bir grup zengin ve güçlü kişiler, Beyaz Köşk'e cephe aldılar ve yasal olarak Beyaz Köşk'ün kapatılması yönünde lobi yaptılar. O zamanlar şehri yöneten geçici valilerden Osman Hamdi Bey yönetiminde, şehir meclisinin toplantılarının yapıldığı Büyük Postane koridorlarında hararetli tartışmalar yankılandı. Bu meclisin üyelerinden biri olan, aynı zamanda Beyaz Köşk'ün yöneticisi Mansur Bey ve arkadaşları bütün bu lobi hareketine karşı var gücüyle savaştılar. Mansur Bey'in son konuşması, salonda büyük bir alkış tufanı kopmasına neden olmasına rağmen 1963 yılının soğuk bir kış gününde alınan Beyaz Köşk'ün yasal olarak kapatılması kararına engel olamadı. Ardından jandarma beyaz köşkü ve kurumlarını kapatmak için harekete geçti.
Ancak Kuklacı'nın bir önerisi vardı. Ona göre Beyaz Köşk'ün kapatılması, İstanbul'un tarihten silinmesi için atılmış büyük bir adımdan başka bir şey olmayacaktı. Kuklacı, Mansur Bey'e yaptığı öneride jandarmayı durdurabilecek kadar büyük bir Fare-adam kadrolaşması yarattıklarını ve bu fare-adamlarla kararın uygulanmasını engellemeyi ve kısa süreli bir sıkı-yönetim kurmayı teklif etti. Meclisin aldığı karardan dolayı büyük bir öfke ve yeis içerisinde olan Mansur Bey artık güvendiği bir dostu haline gelen bu maskeli zat'ın önerisini kabul etti. Kuklacı, Azat Bey ve Gaffar Bey'le birlikte Beyaz Köşk'ü bir isyan için örgütledi. Karşı çıkanları hapse attırdı. Kısa bir süre sonra şehrin sokaklarında fare-adamlar, Beyaz Köşk mensupları, jandarma ve bir kısım halkın dahil olduğu büyük çatışmalar çıktı. Bu çatışmalarda bir çok kişi öldü.
Zafer Kuklacı ve Beyaz Köşk'ün oldu. Beyaz Köşk açık olarak Eminönü'nde verdiği ilk savaşta boyun eğmediğini gösterdi. Halktan da bu olaya karşı tepki gösterenler Beyaz Köşk tarafından hapse atılmak sureti ile cezalandırıldılar. Beyaz Köşk şehir yönetimine el koymadıysa da, yönetimin artık beyaz köşk üzerinde hiç bir otoritesi kalmamıştı. Kuklacı kendi menfaatlerinin gerektirdiği şekilde bazı kurumların kapatılmasını talep etti. Bu talebi yerine getirildi. Aynı zamanda Aydın Bey ve etrafındaki Beyaz Köşk karşıtı kişilerin, Eminönü'nden sürülmesi talebi de yerine getirildi. Kısa bir süre sonra Aydın Bey ve beraberindeki bazı kişilerin ölüm haberi Eminönü'ne ulaştı.
Bütün bu kıyım ve ölüme, olayların aldığı boyutlara şaşkınlık içerisinde tanık olan Mansur Bey, kendi içine kapandı. 1963 yılından itibaren Beyaz Köşk'ü artık tamamen Kuklacı yönetiyordu. 1 sene sonra soğuk bir kış akşamında Mansur Bey'in köşkün çatı katındaki çalışma masasında yanmakta olan daimi ışığının yavaş yavaş karardığı görüldü. Ertesi gün Mansur Bey'in sandalyesi devrilmişti. Naaşı Eminönü merkez mezarlığında toprağa verildi. Kuklacı bir kaç hafta boyunca ne bir emir verdi, ne bir söz söyledi.
Beyaz Köşk ve Kuklacı Dönemi (1963-1967)
Mansur Bey'in her şeyden elini ayağını çekmesini takiben Kuklacı Beyaz Köşk'ü yönetmeye başlamıştı. Mansur Bey'in ölümünün ardından, Kuklacı'nın yönetimi resmiyet kazandı. Beyaz Köşk'ün İstanbul üzerindeki otoritesi kendiliğinden sağlamlaşıyordu. Azat Bey , Gaffar bey ve beraberlerindeki Beyaz büyücüler, halk arasında korkulan ve hürmet edilen kişilikler olmuşlardı. Kuklacı, sık sık Azat Bey'in heyecanlı kişiliği tarafından hazırlanan hızlı eylem planlarını olumsuz yanıtlıyordu. Azat Bey özellikle meclisin ve bazı kurumların yararsızlığının sırtlarına bir kambur teşkil ettiğinden yakınıyordu. Kuklacı için ise edinilen bağımsızlık yeterli gibiydi. Uzun uzun, köşkün resim atölyesinde oturuyor ve düşünüyordu. Fazla konuşmuyor, ancak emirlerini kesin bir şekilde ifade ediyordu. Büyüye hemen hemen hiç başvurmuyordu ancak büyünün gizemlerini öğrettiği diğerleri, onda saklı olan potansiyelin son derece farkında idiler. Kuklacı, fare adamların büyü ile ortaya çıkarılmasına ilişkin Mansur Bey'le hazırladığı bütün planları da hala gizli bir yerde koruyordu. Uzun zamandır büyü yoluyla fare adam üretilmemişti. Fare adamlar da zaten kendi aralarında hızla üreyebiliyorlardı dolayısıyla buna gerek olmuyordu. Fare adamlarının kuklacıya karşı tam bir sadakatle bağlı olmaları örgüt içinde olası bir isyanı engelliyordu. Her ne kadar Kuklacı'nın her yaptığını tasvip etmiyorlarsa da, Azat ve Gaffar Bey'lerin kuklacıya karşı ayaklanmak düşüncesi akıllarına bile gelmezdi. Diğerleri de zaten böyle bir şeye cesaret edemezlerdi. Kuklacı 3 sene boyunca şehri bu şekilde yönetti. 1967 yılının ılık bir yaz günü o zamanlarda oldukça az görünen güneş'in ışınları köşkün üzerine düştü.
Kuklacı atölyenin perdelerini açtırdı ve saatlerce atölyede oturdu, resimleri inceleri, düşündü. Sonrasında Azat Bey'i çağırttı ve fare adamların tecrübelilerinden 100 kişilik bir kuvvet toplamasını söyledi. Ardından Azat Bey'e kendisinin ayrılma vakti geldiğini, köşkle ilgili artık hiç bir planının kalmadığını söyledi. Toplanan kuvvetle beraber Meteor bölgesinden geçerek batıya doğru hareket etti. Dönüşü fare adamlarca çok beklendi. Belki de hala vardır bekleyen.
Beyaz Köşk ve Azat Efendi dönemi (1967-1974)
Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben şaşkınlık içerisine düşen Azat ve Gaffar Bey'ler önce ne yapacaklarını bilemediler. Ardından köşk üyeleri tarafından Gaffar'dan daha kıdemli olan Azat Bey'in (ki kendisine artık Azat Efendi denilmeye başlanmıştı) yöneticiliğin verilmesi kararı alındı. Azat Efendi döneminin en büyük farklarından biri Beyaz Köşk içinde varolan sadakat devrinin yavaş yavaş kapanmaya başlaması oldu. Fare adamlar yaratıcıları gittiklerinden beri daha az itaatkar olmuşlardı. Bir nevi özgür iradeleriyle karar verir hale geldiler. Beyaz Köşk'e karşı fare adam ayaklanmaları oldu. Güçlü beyaz büyücüler bu ayaklanmaların bir çoğunu bastırdılarsa da, bu baskı beyaz köşkten kopmaları engelleyemedi. 3-4 sene içerisinde köşke bağımlı fare adam sayısı üçte bire düştü.
Bu süre zarfında bilime meraklı bir kişi olan Gaffar Bey, Eminönü'nde kalan az sayıda akademik kişi tarafından kurulan ve İstanbul'un kurtulması için kendilerini bilimsel çalışmalara adayan Genç Bilgililer adlı bir guruba maddi imkan ve çalışacak güvenli bir ortam sağladı. Aynı zamanda Beyaz Büyücülerin en güçlülerinden olan Gaffar, Genç Bilgililerin büyü alanındaki yüksek kültürden de faydalanmalarını sağladı. Beraber bir çok projeler ortaya çıkardılar.
Bu projelerin belki de en çok bilineni "Makine"dir. Yani yaratıkları temizlemek amacıyla, çeşitli iş makinelerinin profilleri kullanılarak yapılan ve büyünün gücü ile çalışan, yok etme yetkisine sahip bir çeşit araç. Bu araçtan 2 adet numune ürettiler ve meteor bölgesinde denemeye açtılar. Prototiplerden biri başarısız olmuştu ancak diğeri 6 ay gibi çok uzun bir süre saklı türlerle mücadele ettiği halde bozulmadı. "Makine" başarılı olmuştu. Üretimi çok zor ve zahmetli olsa da buna değeceğini, Fare adamlarla artık bir yere ulaşılamayacağını anlayan Gaffar Bey Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini korumak için bu projeyi var gücü ile desteklemeye devam etti.
Ancak bazı şeyler geri dönülemeyecek noktalara gelmeye başlamıştı. Beyaz Köşk döneminde Meteor bölgesi, Sirkeci Garı çevresinden Galata Köprüsü ve Limanlara kadar olan kısım, hatta kısmen meteor bölgesi, Karaköy ve tünelden Beyoğlu'na kadar uzanan kısımlar güvenli bölgeler haline gelmişti. Ancak fare adamların önemli bir kısmının ayrılmasıyla, Beyaz Köşk, Eminönü için tam güvenlik sağlayacak bir otorite olmaktan uzaklaşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Azat Efendi tarafından Beyaz Köşk hakimiyetinin korunmaya çalışması, Büyük Postane merkezli şehir meclisinin kapatılmasına kadar varılan üzücü bir noktaya taşınmıştı ki esas kopma noktası bu oldu. Gerçekte şehir meclisi hiç kapanmadı, düzensiz ve gizli olarak buluşmalar hep devam etti. Fakat Azat Efendi artık diplomasinin dışında kalmıştı.
Sonra işler daha da kötüleşti. Meclis'in gizli faaliyetlerini öğrenen ve geri kalan az sayıda kurumun bağlılığını sağlayamayan Azat Efendi, İstanbul insanı üzerinde tam yönetim sağlamak üzere harekete geçti. Uzun süredir aradığı fare-adam büyüleri üzerine yazılmış dokümanları bir şekilde buldu. Bu büyüleri kullanmak konusunda Gaffar bey ile aralarında büyük bir fikir ayrılığı doğdu. Gaffar Bey fare adam üretimi ve İstanbul üzerinde tam hakimiyet sağlamak konularına temelden karşı idi. Zamanla bu olay, iki büyü ustasının aralarını açtı. Azat Efendi, Gaffar Bey'in karşıtlığına rağmen beyaz büyücülerinin çoğunluğu üzerinde etki sahibi idi. Bu etki belki de Mansur bey'in kuzeni olmasından kaynaklanıyordu kim bilir.
İki sene içerisinde Azat efendi bir çok fare adam üreterek köşkteki fare adam mevcudiyetini iki katına çıkardı.
Bu süre içerisinde Gaffar Bey kendi projelerine devam etti. Ancak Beyaz Köşk'teki ilk fare adam gurubundan yani Gezginler'den biri olan Topuz isimli fare adam (Fare adamlara insanlarla karışmaması açısından isim verilmezdi, sadece lakap takılırdı) aslında dışarıdaki belirsiz bir güç için çalışan bir muhbirdi. Topuz'un verdiği bilgilerle harekete geçen bir grup bilinçli saklı tür, Gaffar Bey'in dışarıda olduğu bir sırada , atölyeye baskın düzenlediler. Atölyenin savunmasını etkisiz hale getiren savaşçı grup, Genç Bilgililer'in bir kısmını katletti. Katliamın ortasında olay mahalline gelen Gaffar Bey'in, o zamana kadar bilinçsiz hiç bir şey yapmamış bu İstanbul beyefendisinin belki de ilk kez olarak ağzından ölüm sözcükleri döküldü. Ve saldırgan yaratıkların büyük bir kısmı cesetleri dahi ortada kalmamacasına katledildi. Etraf bir anda bu öfke karşısında korku içerisinde aklını kaybeden insan ve yaratıklarla doldu. Korkunç bir yanık kokusu etrafı kapladı. Saldırıdan son anda kurtulabilen Topuz'un bir bacağı koptu. Atölyenin büyük bir kısmı yıkıldı. Yeni geliştirilen Makine prototipi de bu öfkeden payını aldı. Bu olayın ardından Gaffar Bey'in çok sevdiği ekibi bile, kendisine karşı uzun bir süre mesafeli davrandılar.
Bu olayın sonucunda, Gaffar Bey, Azat efendi ile vedalaştı ve ekibinden kalanları ve projelerini toplayarak kaybedilmiş topraklara, Çemberlitaş yönünde uzaklaştı. Meteor bölgesinin ardına geçmek, delice bir hareket olmasına rağmen, Azat Efendi, Gaffar Bey'e duyduğu saygıdan dolayı onu durdurmadı. Genç Bilgililer içerisinde Eminönü'nde kalanlar da oldu. Onlar da Beyaz Köşk ile bağlantılarını kopararak dağıldılar.
(1972 - Gaffar beyin vedası)
Azat efendi, 1972 yılından, 1974 yılına kadar, Beyaz Köşk'ün mevcudiyetini sürdürmeye çalıştı. Eminönü üzerinde otoritesini kaybetmemek için, kuvvet kullanımını arttırarak devam etti. Beyaz Köşk'de Azat Efendi'ye bağlı beyaz büyücüler arasında bile kopmalar meydana gelmeye başlamıştı.
Aydemir Bey ve Afet Sonrası Eminönü (1956-1971)
1956'da bir gün...
"Eminönü Merkez Postane'sindeki yazıhanede, Aydemir Bey her zaman olduğu gibi, masasında oturuyor ve ince çerçeveli gözlüğünü takmış, yazılmış bir dilekçeyi dikkatle inceliyordu. Ben de karşısındaki masada, işten bunalmış, önümdeki kağıtları karıştırıyor, çalışıyor izlenimi veriyordum. Önce bir gürültü duyduk, yüksek bir ses. Birbirimize soran gözlerle baktık. Ardından pencereye yöneldik. Aydemir Bey'le gökyüzüne bakmaya başladık. Gökyüzü göz alıcı bir beyazlığa büründü. Ardından korkunç bir sarsıntı başladı, dakikalar sürdü bu. Ben kendimi, dosya dolabının yanına, yere atmışım. Yıkılan eşyanın, kırılan camların, korku içinde bağıran insanların sesleri bu gün hala kulaklarımda. Gözlerimi açtığımda Aydemir Bey'i hala ayakta gördüm. Hiç kıpırdayamamıştı anlaşılan. Önündeki cam tuzla buz olmuştu. Hala dışarı bakıyordu. Ben de dışarı baktığımda kırmızı bir dumanın yavaş yavaş her yeri kapladığını gördüm. Bir iki dakika içinde gün ışığı bile kesildi. Büyük bir toz kütlesi içeriye doldu. Genzim yanmaya başladı. Öksürüğüm tuttu, boğulacak gibi oldum. Aydemir Bey'in sesini hayal meyal duyabiliyordum. Beni kolumdan çekerek postanenin koridoruna çıkardı. Neden sonra, bir bardak su içtiğimi hatırlıyorum. İşte bütün hikayem bundan ibaret."
Katip Serbülent Bey - Kıyamet
hikayeleri Yazı Dizisi - Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi 4.Nisan.1974
Aydemir Bey meteordan önce Eminönü Merkez Postane'sinde müdür olarak çalışıyordu. Otuzlu yaşlarına geldiği halde hala bekar hayatı sürüyordu ve artık bu durumdan biraz rahatsız olmaya başlamıştı. Ancak çalışmaya çok meraklı bir kişi olduğundan dolayı, sosyal yaşamı son derece hareketsizdi. Ve az beğenen biri olması sebebiyle taliplilerinin hepsini geri çevirmişti.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğu idi. Başarılı bir öğrenciydi ve ailesi onunla gurur duyardı. Anne ve babasını lise yıllarında kaybetti. Amcası onu Harbiye'ye gönderdi. Harbiye'den mezun olduktan sonra, çeşitli illerde subay olarak çalıştı. Üsteğmenliğe kadar yükseldiyse de subaylık mesleğinin kendisine göre olmadığını anladı ve ordudan ayrıldı. Postane'de çalışması ise gene onu çok seven amcası sayesinde mümkün oldu.
Çalışmayı çok seven bir insan olmasının yanında, edebiyata da düşkündü. Zamanının önemli edebiyat dergilerinde A. Ekrem mahlası ile çeşitli şiirleri ve denemeleri yayımlanmıştı. Ancak bunu sadece çevresindeki bir kaç iyi arkadaşı biliyordu. Bu arada şunu da belirtmek yanlış olmaz herhalde; Aydemir Bey'in, üzerinde çalıştığı işle ilgili konularda kesin, sert bir duruşu vardı. Doğru olduğuna inandığı şeylerle ilgili çarpışmaktan asla çekinmezdi, bilakis bundan zevk duyardı. Ancak kendisi ile ilgili konularda bu sert tavır tamamen yıkılır ve bir o kadar çekingen ve mütevazı biri çıkardı karşınıza.
İşte bu ilginç karakterli adam, meteor zamanı gelene kadar, posta idaresinde müdürlüğe kadar yükselmişti ve meteordan sonra, dünyanın tamamen değişmesi ile birlikte felaketten kurtulan herkes gibi bomboş, orta yerde kalakalmıştı. Kendi deyimiyle "iki zaman dilimi arasındaki o kalın çizginin, bir tarafındaki gerçek dünyadan, diğer taraftaki dünya karikatürüne" adımını atmıştı.
Meteorun ardından 3-4 yıl, mahlukların istilası sebebi ile postane'de yaşadı Aydemir Bey. Ailesinden herhangi bir haber alamamıştı.
Tabii Aydemir Bey'in yaşantısına göz atarken, dönemin İstanbul'una da bir bakış atmamız yerinde olur.
1956 yılının 2'nci yarısında, meteorun ardından sağ kalanlar şehir meclisini kurdular. Ve bu meclis, önceki düzene mümkün mertebe devam edilmesi yönünde karar aldı. Tabii ihtiyaçlar yön değiştirdikçe, görevler oldukça farklılaştı. Çünkü dünya eski dünya değildi artık. Temel ihtiyaçları gidermeye dayalı bir politika güdüldü. Haberleşme de bu ihtiyaçlardan biri olduğu için, postane çalışmaya devam etti. Üstelik Eminönü'nde yıkımda ayakta kalan en uygun bina olduğu için , şehir meclisi de Büyük Postane'de toplanıyordu.
Şehir meclisinin aldığı karar doğrultusunda, ülkenin çeşitli yerlerine haberciler gönderildi. İlk hedef diğer iller ve hatta ülkeler hakkında bilgi toplanması idi. Belki bir yerde birileri kurtulmuştu ve bir göç ile bu kaostan kurtulma ihtimali vardı.
Bu atılım için herkes seferber oldu. Keşif ekipleri üzerine büyük yatırımlar yapıldı. Harbiye'den, Jandarma'dan sağ kalan birlikler bu keşif ekiplerinin temelini oluşturuyorlardı. Büyük bölükler halinde, defalarca seferler düzenlendi İstanbul dışına, başta Ankara olmak üzere bütün illere, hatta komşu balkan ülkelerine. Ancak hiç bir hedefe ulaşılamadı. Geri dönen birlikler hep çok uzağa gidemeyenlerdi. Mahluklar her yeri istila etmişti. Yeni bir ışık bulma çabası hiç yok olmadı ancak, bu çabaların 4-5 yıl sonra birinci gündem olmaktan çıktığı kesindi. 1956-1960 arasında yoğun olarak yaşanan bu dönem, daha sonra �Arayış dönemi" olarak adlandırıldı.
"Her gün, "bir yerden haber gelir mi? İstanbul dışından sağ kalan var mıdır acaba?" diye bir ümitle düşünürdük. Bu, 3-4 sene boyunca böyle devam etti. Ufak tefek haberler geldi tabii, ama bunlar, İstanbul dışındaki durumun ne derece büyük bir kaos içerdiği dışında en ufak bir tablo çizmiyordu. Sonunda 60'ların başında, artık bu araştırmalardan dolayı daha fazla kayıp vermenin anlamsız olduğuna karar verdik. Bizim için İstanbul harici bir gerçek yoktu. Bir yerlerde, birileri yaşıyorduysa eğer, onların gerçeği de orasıydı artık."
Umut Dergisi 1977 - Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden
"İlk gidenleri hatırlıyorum, şehir meclisi daha kurulmadan. Felaketten 3-4 ay sonraydı. Galata köprüsünün tamamını doldurmuşlardı. (O zaman köprü yıkılmamıştı. Bir kaç vapur hala çalışıyordu) Kaç kişiydi bilemeyeceğim. Sadece köprünün hınca hınç dolu olduğunu hatırlıyorum. Rotamız Ankara diyorlardı. Hemen hepsi silahlanmıştı. Bir çok aile vardı sokakta. İçlerinde ailemden kalan son bir kaç akrabam da vardı. Onları bir türlü ikna edememiştim. Köprü üzerinde, o kalabalık ve uğultu içerisinde, ben hala fikirlerini değiştirmeye uğraşıyordum. Vapura ayak bastıkları anda onlara katılıp katılmamakla ilgili tereddüt ettiğimi, kendimle savaştığımı hatırlıyorum. Mantığım kalmamı, kalbim gitmemi istiyordu. Sonuçta mantığım kaldı ve kalbim onlarla gitti. Hala merak ederim akıbetlerini?"
Felaket hikayeleri 2'nci baskı 1981. Mustafa Alkan Bey.
Aydemir Bey Şehir Meclisi'nin kurucu üyelerinden biri idi. Farkında olduğu bir şey vardı ki, bu şaşkınlık ve arayış döneminde, İstanbul gün be gün kaybediliyordu. 1958 yılında Beyaz Köşk diye bir oluşumun, dayanıklı bir fare ırkını, büyü yolu ile ürettiğini öğrenmişti güvenilir bir dostundan. Ve birilerinin Şehir Meclisi'nden çok daha hızlı ve planlı hareket edebileceği düşüncesi ilk kez o zaman kafasında şekillendi. Şehir Meclisi'nin, herkesin sürekli tartıştığı oldukça hantal bir yapı olduğunun en çok o zaman farkına vardı. Beyaz Köşke karşı olmadı ama desteklemedi de. İlgi ile onun yükselişini izledi. �Mansur Bey ve Kuklacı'nın fare adamları" ve büyünün yükselişi karşısında, uzun bir süre sessizliğini muhafaza etti. Aslında bu dönemde Aydemir Bey'in olaylar içerisinde aktif rol almayışının arkasındaki neden de, meteor öncesinde bir rastlantı sonucunda tanıştığı bir İstanbul hanımefendisi, Münevver Hanım ile arasındaki ilişki idi.
1961 yılında, Eminönü tarihinde ileride çok önemli rol oynayacak olan Şifa Yurdu, İstanbul'lu Selim Bey, İzmitli Mustafa Hoca ve Tarsuslu Derviş Hasan tarafından kuruldu. O tarihten itibaren Şifa Yurdu, Eminönü'ndeki insanlara daima manevi bir güç verdi.
1962 yılında Aydemir Bey, Münevver Hanım ile evlendi. 1965 yılında ilk çocukları dünyaya geldi.
"1955 yılı bir sonbahar sabahında, pastırma yazının ılık esintisi altında Sirkeci Garı'nın peronlarında dolaşıyordum. Pardösümü almayı ihmal ettiğimden dolayı hafif bir üşüme sarmıştı içimi. Bir kaç kez istasyon binasına girip çıktım bu yüzden. Bir konuğumu bekliyordum, uzak bir yerden gelecekti. Sonunda tren geldiğinde, bakınmak için binadan perona geri çıktım. Ve orada gördüm hayatıma anlam kazandırabileceğini düşündüğüm kadını. Gri geniş yakalı bir pardösü, kahverengi döpiyes ve aynı renkte bere, beyaz eldivenler ve beyaz bir ten. Bir dosya çantası taşıyordu. Bir süre durdu, ardından yürümeye başladı. Önümden geçip gidiyordu ki ansızın duraksayarak bana yöneldi ve bir soru sordu. Dönüş için bilet gişesini sordu yanlış hatırlamıyorsam. Herhalde doğru şeyi söyledim ki gülümseyerek teşekkür etti. Ardından konuğum göründü arkasından, belki bir iki soru sorarak bir sohbet başlatabilirim diye düşündüğüm bir anda. Ben de rica ederim dedim ve ayrıldık. Nice zaman sonra..."
Arzın Çocukları Haftalık Gazetesi'nden 22.Temmuz.1974 Aydemir Bey konulu yazı
1963 yılında Beyaz köşkün kapatılması için yapılan oylamada, olumsuz oy kullandı Aydemir Bey. Kapatılma kararından sonra, ünlü Beyaz Köşk ayaklanması yaşandı. Mahluklardan bağımsız olarak, insanlar arasında yaşanan ilk büyük trajedi... Bu olayın sonunda, ilk kez şehir meclisinden bağımsız bir oluşum meydana gelmişti. Beyaz Köşk, meclisi kapatmamıştı ama istekleri de bir bir yerine getiriliyordu.
Bir sene sonra gelen Mansur Bey'in intihar haberi, bütün Eminönü'nü sarstı. Olaylara rağmen Mansur Bey hala sevilen bir adamdı. Mansur Bey'in vefatının ardından, herkes Kuklacı'nın oldukça hırslı bir politika güdeceği ve meclisi kapatarak, her şeyi yönetimi altına alacağı konusunda endişeye kapıldı. Ancak Kuklacı, halkı ve Şehir Meclisi'ni şaşırtarak, Beyaz Köşk'ü Eminönü siyasetinden dışarı çekmişti. O ayrılana kadar olan üç senelik dönemde, meclis eskisi kadar olmasa da, yeniden otorite kazandı.
"Garip bir kişilikti bu Kuklacı. Tuhaf da bir maske takardı. Bir kez konuşmak nasip olmuştu. Önemsiz bir konu hakkında edilmiş bir kaç söz. Gariptir, karakterleri tahlil etme yeteneğime son derece güvenirdim, ama kuklacının nasıl biri olduğunu hiç algılayabildiğimi sanmıyorum. Başta her şeyi bir hesapla yaptığını düşündüm, sonuçta çok güçlü bir büyücü ve çok zeki bir adamdı. Hırslı olduğunu da düşünüyordum açıkçası. Ancak Mansur Bey'in vefatının ardından bu tezlerim de çürüdü."
Umut Dergisi 1977- Aydemir Bey ile 50'ler ve meteor konulu söyleşiden
1965 yılı sonrasında, Aydemir Bey, Eminönü politikası ile bu kez izleyici olarak değil, aktif olarak ilgilenmeye başladı. Daha önce Merkez Postanesi'nde tanıştığı çalışma arkadaşlarından Nihat Bey ile, Demirgül bölgesinin temsilcisi seçildi. Bu bölgeyi, Eminönü ve dolayısıyla İstanbul politikasında söz sahibi yapmak için, bir çok önemli kişi ile yapıcı ilişkiler kurdu. Çarşı bölgesinin en önemli temsilcisi Celal Hakkı Bey ile çok güzel bir dostluk kurdu. Babı-ali bölgesinden, mahluklar konusunda bir çok araştırmaya imza atmış, eski gazeteci Agah Bey'in de desteğini kazandı. Agah Bey, aktif siyasete çok bulaşmamış olsa da, çok bilgili ve sözü dinlenen bir adamdı. 1963 yılında mahluklar hakkında o zamana kadar yazılmış en geniş içerikli kaynak olan, "Saklı türler" isimli kitabı yayımlamıştı.
1966 yılında, Şifa Yurdu ilk iyileştirme yeteneklerini göstermeye başladı. Yaratıklarla savaşan askerlere verdikleri şifa, Eminönü için büyük bir moral kaynağı oldu. Bu tarihten sonra pamuk ipliğinin, İngiliz sicimine dönüşmesi yolunda önemli adımlar atılacaktı.
Gene 1966 yılında, Gaffar Bey'in desteklediği, Genç Bilgililer adındaki araştırmacı grup, büyük bir jeneratör yapımını başarıyla gerçekleştirdiler. Bu yapı meteor bölgesinde keşfedilen bir yer altı su kaynağının üzerine kurulmuştu. Eminönü enerji ihtiyacının önemli bir bölümü bu yapıdan elde edilmeye başlandı.
1967 yılında Kuklacı'nın şehri terk etmesi ile birlikte, Mansur Bey'in kuzeni beyaz büyücü Azat Efendi, Beyaz Köşk'ün başına geçti. Aydemir Bey, Azat Efendi'de bir liderlik kabiliyeti görmüyordu. Onun dileği, Gaffar Bey'in köşk yönetimine geçmesi idi. Ancak Gaffar Bey zaten köşk üzerinde hak iddia etmeyeceğini baştan belirtmişti.
Kuklacı'nın ayrılmasını müteakiben gerçekleşen fare adam ayaklanmaları, Beyaz Köşk'ün güç ve otoritesine büyük darbeler indirmeye başladığında, Şehir Meclisi'nden bazı gizemli kişiler, meclisten bağımsız gizli bir kurul meydana getirdiler. Bu kurulun amacı tam olarak bilinmese de, gelecekte şehir meclisine gizli toplantı mekanı ayarlanmasından, bazı aranan kişileri saklamaya kadar bir çok olayın içerisinde yer aldığı düşünülmektedir. Bu kuruldaki bazı kişiliklerin ismi, sonradan halk tarafından öğrenildi. Aydemir Bey'de bunlardan biri idi.
1971 yılında Arzın Çocukları haftalık gazetesi yayın hayatına başladı. Agah Bey'in eski bir arkadaşı olan, Selami Bey'in yönetimindeki gazete, yayınlandığı dönemin aksine, hiddetli demeçlerden uzak, araştırmacı bir içerikle ortaya çıktı. Gazetenin editörü, Selami Bey'in yeğeni, Handan hanım'dı.
Azat Efendi döneminde zayıflayan ve saldırganlaşan Beyaz Köşk, 1971 yılında Eminönü'nde sıkı yönetim ilan ediyor ve Büyük Postane'deki Şehir Meclisi'ni kapatıyordu. Aydemir Bey'in de üyelerinden olduğu yeni ve daha küçük meclis, bu olay öngörülerek, gizli bir bölgede açılıyordu. Bu gizli bölgenin sonradan, isyancı fare adamların kontrolü altındaki bölgeden kiralanan, karaya vurmuş bir kuru-yük gemisi olduğu açıklandı.
Beyaz Köşk'ün Sonu ve Yükseliş Cemiyeti Dönemi (1972-1980)
1972 yılında, kurulun planladığı düşünülen, mecliste üzerinde uzun süredir tartışılan, bütün İstanbul'u bir araya getirmek amacıyla kurulması planlanan büyük cemiyet, Yükseliş Cemiyet'i adı altında kuruldu. Cemiyet'in önceliği, Beyaz Köşk denilen, artık kontrolden çıkmış oluşumu ortadan kaldırmak ve Şehir Meclisi'ni tekrar Büyük Postane'deki mekanında faaliyete geçirmek idi. Meclis'te yapılan oylama sonucunda, Yükseliş Cemiyeti'nin başkanlığına Aydemir Bey seçildi. Cemiyetin yönetim kurulu üyeleri ise Nihat, Agah, Ziya ve Mehmet Bey'lerdi.
1973 yılında Yükseliş Cemiyeti, artık oldukça genişlemiş ve cemiyetle ilgili dedikodular, bütün Eminönü'ne yayılmıştı. Azat Efendi beyaz büyücülerden bir istihbarat örgütü kurmuş ve otoritesini reddeden cemiyet üyelerini yakalatma çalışmalarına başlamıştı. 1973 yılı boyunca bir çok cemiyet üyesi yakalandı ve yakalananlar öldürüldüler veya Eminönü'nden, meteor bölgesine sürüldüler. 1973 yılı sonunda yükseliş cemiyeti yeterli kuvveti toplamış hatta, Beyaz Köşk'ün miadını doldurduğunu düşünen bazı beyaz büyücüleri bünyesine katmıştı. Şifa Yurdu, olaylar süresince tarafsızlığını muhafaza etti. 1974 yılı yaz mevsiminde, Yükseliş Cemiyeti'nin büyük ayaklanması başladı. İstanbul tarihinin o zamana kadar gördüğü en kanlı çarpışmalar 1974 ayaklanmasında yaşandı. Çok kuvvetli beyaz büyücüler ve sayıca çok fare adamlara karşı, güçlenmiş yükseliş cemiyeti ve bazı isyankar fare adamların birliği. Sonuçta kaybeden taraf beyaz büyücüler oldu. Köşkün önünde, Azat Efendi ve beyaz büyücüleri yaptıkları son direnişte can verdiler. Ancak bu zafer cemiyet ve Eminönü için de oldukça pahalıya mal oldu.
"O yıldızsız gecede, köşk sokağı gündüz gibi aydınlıktı. Sayıları oldukça azalmış olan beyaz büyücüler, olası tehditlerden haberdar olabilmek için, sokağı büyü ışığıyla doldurmuşlardı. Çok kudretlilerdi. Onlar arasında geçirdiğim yıllar süresince, bunu bu kadar idrak edememişim sanırım. Meğerse her şeyin daha kolay olacağına dair bir yanılgı, zihnimi esir etmiş, teslim olacaklarına dair inancım bu kör yanılgıdan ibaretmiş. Kuklacının talebeleri, sayıca az olmalarına rağmen, haftalardır direniyorlardı. Son direnişleri de elbette görkemli olacaktı.
Ben kimdim? Biz zamanlar onlardan biri. Azat'ın yaptıklarına takati kalmadığından, gizlice izini kaybettirmiş ve cemiyete katılmış. Herkesin öldü bildiği... Sersem� Bir önceki hafta bir köşe başında sıkıştırdılar beni. O gün ölsem, huzura kavuşacaktım, ama korktuğum başıma geldi, beni tanıdılar ve gitmeme izin verdiler. Ve yüzlerindeki o hayal kırıklığı ve hüzün beynime öyle bir kazındı ki. Evet belki onlar Azat'ın yaptırdığı kıyımın aleti olmuşlardı. Ama en azından hain değillerdi. Peki yine, kimdim ben?