hoPPaLApaSam
06ofkalfasi
Aion buna zorlanmıştı , karşılık vermek için Empyrean Lordları adındaki 12 figürü yarattı. O zamana dek gördüğümüz şeylerden çok daha güzel ve güçlüydüler. Balaurlar gibi ilginç bir madde olan Aether’i kullanarak uçabiliyorlardı. Tanrımıza olan inancımız ve Atreia’ya olan bağlılığımız fark edilmişti. Lordlar bizim için yaratılmışlardı ve çoğumuzun ev dediği bu dünyayı kurtarmak için gönderilmişlerdi.
Kaçınılmaz savaş başladı. Sonu bitmek bilmez bir kan deryasına dönüştü. Kule’nin Lordların Aether kullanarak yarattıkları koruma alanına sığındık. Bu alan maalesef küçüktü. Balaurlar bu alanın içinde zayıflıyordu , Lordlar da dışında. Bunu fark eden Balaurlar Lordların dışarı çıkmasını sağlamak için masum yaratıkları sıraya dizip katlediyorlardı. Zalim varlıklardı , hareketleri sadece onlara olan nefretimizi güçlendirmeye yaradı.
Bu , sonralardan “Milenyum Savaşı” dediğimiz zamandı. İnsanların , Empyrean Lordlarının koruması altında refah içinde yaşadığı bir zaman… Bu ayrıca benim doğduğum zamandı. Aion’un bu dünyaya bahşettiği Aether in üzerimde büyük bir etkisi olduğunu fark ettim. Aether bana karşılık verdi , ben de ona. Yakın zaman içinde halkımızın nadiren gördükleri tarafında yeteneklerim keşfedildi. Bu kişiler , Daevalar idi. İnsan olarak doğuyorlardı ama doğuştan , Lordlar tarafından kullanılan Aether’i kullanma yeteneğine sahiptiler. Yavaşça bu yeteneklerde ustalaştım. İlk başta sadece havayı soğutabilirken , aylar içinde düşmanımı dondurabiliyor , Balaurları içine çekecek alev topları yaratabiliyordum. Bana saygı duymaya başladılar , bir tanrıymışım gibi. Beni bağırlarına basanlar şimdi omuzlarında taşıyorlardı. Benim –basit bir çifçinin oğlunun – Balaurlara acı çektirebileceğini düşünmek baş döndürücüydü. Bu Aion’a asla yeterince teşekkür edemeyeceğim bir hediyeydi.
Çok geçmeden Daevaların sayısı arttı. Lordlar bir bölük oluşturdu. Ben de orduya katıldım , hızla ilerledim. Çocuğumu , Phalaris adındaki erkek bebeğimi , geride bıraktım.
Kaçınılmaz savaş başladı. Sonu bitmek bilmez bir kan deryasına dönüştü. Kule’nin Lordların Aether kullanarak yarattıkları koruma alanına sığındık. Bu alan maalesef küçüktü. Balaurlar bu alanın içinde zayıflıyordu , Lordlar da dışında. Bunu fark eden Balaurlar Lordların dışarı çıkmasını sağlamak için masum yaratıkları sıraya dizip katlediyorlardı. Zalim varlıklardı , hareketleri sadece onlara olan nefretimizi güçlendirmeye yaradı.
Bu , sonralardan “Milenyum Savaşı” dediğimiz zamandı. İnsanların , Empyrean Lordlarının koruması altında refah içinde yaşadığı bir zaman… Bu ayrıca benim doğduğum zamandı. Aion’un bu dünyaya bahşettiği Aether in üzerimde büyük bir etkisi olduğunu fark ettim. Aether bana karşılık verdi , ben de ona. Yakın zaman içinde halkımızın nadiren gördükleri tarafında yeteneklerim keşfedildi. Bu kişiler , Daevalar idi. İnsan olarak doğuyorlardı ama doğuştan , Lordlar tarafından kullanılan Aether’i kullanma yeteneğine sahiptiler. Yavaşça bu yeteneklerde ustalaştım. İlk başta sadece havayı soğutabilirken , aylar içinde düşmanımı dondurabiliyor , Balaurları içine çekecek alev topları yaratabiliyordum. Bana saygı duymaya başladılar , bir tanrıymışım gibi. Beni bağırlarına basanlar şimdi omuzlarında taşıyorlardı. Benim –basit bir çifçinin oğlunun – Balaurlara acı çektirebileceğini düşünmek baş döndürücüydü. Bu Aion’a asla yeterince teşekkür edemeyeceğim bir hediyeydi.
Çok geçmeden Daevaların sayısı arttı. Lordlar bir bölük oluşturdu. Ben de orduya katıldım , hızla ilerledim. Çocuğumu , Phalaris adındaki erkek bebeğimi , geride bıraktım.